Varoluşçu terapi var mıdır?

Varoluşçu terapi var mıdır?

ya da

"What is the existential approach?"[1]

 

           ‘’Psikanalizi bir kuşağın muktedir olduğu

 tek bilim olarak değil,

bu kuşağın muktedir olduğu

 tek tutku olarak görüyorum.’’ Karl Kraus, 1913

 

Yalom, ‘’Existential psychotherapy’’ (Varoluşçu psikoterapi) adlı eserinin girişinde, kendini varoluşçu eğilimde gören terapistlerin  " Varoluşçu yaklaşım nedir?’’  sorusunu yanıtlamakta zorlandıklarını, belirsiz ve alakasız cevaplar verdiklerini ileri sürer. Kendini Varoluşçu terapist olarak değerlendirenler için durum buysa yani ne yaptıklarını belirsiz ve alakasız cevaplarla açıklıyorlarsa, bizim, varoluşçu terapiyi anlama şansımız var mıdır? Belli ki mevzunun ne kadar derin olduğu onun anlaşılmasının zor oluşuyla özdeşleştirilmiştir. Subjectivizm, hakikaten, varoluşçuluğa içkin değil midir?

 

Yalom, aynı önsözde, Varoluşçu yaklaşımın, gerçek bir psikoterapötik paradigma olarak diğer bütün psikoterapötik yaklaşımlar gibi akılcı, tutarlı, sistematik olduğunu göstermeye çalışacağını söyler.  Bu iddianın yani bütün psikoterapötik yaklaşımların akılcı, tutarlı ve sistematik olduğu iddiasını bizzat kendisi tartışma konusudur. Wittgenstein’in Freud için söylediğini pek çekinmeden gerekli değişikliklerle Yalom içim söyleyebileceğimizi sanıyoruz; ‘’ Freud durmaksızın bilimsel olduğunu iddia ediyor ama ortaya koyduğu şey bir hipotez formülasyonundan bile önce gelen spekülasyondur.[2]’’ Yalom, bilimsellik üzerinde pek durmuyor belli ki bilim gözden düşmüş ve hitap ettiği kitle birinci dünya savaşı öncesi Viyana’nın yüksek burjuva tabakası değil[3]. Bu anlatacağı masalın içeriğini zorlayan bir unsurdur. Freudçü masallar artık demode olmuştur.

 

Genel olarak, insani varlığa ilişkin determinist açıklamaları, düalismi (vücut ve ruh ayrımını), psikanalizin nedensel bilinçdışını, red eden, bilimsel teorilere şüphe ile yaklaşan, yaşantının hakikatinin akılcı ve açık hipotezlerle yakalanamayacağına inanan, şiire edebiyata bu noktada bir üstünlük tanıyan, varoluşçu psikoloji felsefi olma noktasında bile zorlanmaktadır. Gerçekliklere dayanmayan akıl yürütmeyle inancın bir karışımı olan bir değerler sistemi ortaya koymaya çalışmaktadır.

 

Varoluşçu psikoloji gibi, bir felsefi akım olarak varoluşçuluk da bizi, ölüm ve Yalom’un, varoluşsal dinamik çatışmanın içeriğini kavramsallaştırma çabası bağlamımda, bu kavramlara atfettiği anlamın sorgulanması çerçevesinde ilgilendiriyor. Derinlikler psikolojisinin temel argümanın çok yüzeysel            ‘’ Kendi klinik deneyimim ve arkadaşlarımın söyledikleri’’[4] olmasının nasıl yöntemsel bir sorun oluşturduğunu etraflıca tartışmakta bu yazımızın boyutunu aşmaktadır. Narsistik kesinliklerle bir psikoterapinin yapılabilirliği ve ne derece etik olduğu başka bir tartışma konusudur.  

 

Yalom’un çekiciliği, varoluşçuluğun cazibesinde değil, kültürümüze içrek arabesktedir[5]. Bir başka çekiciliği  Spinoza, Nietzsche, Schopenhauer gibi düşünürleri analitik yaklaşımları içerisinde, sapla samanı birbirine karıştırarak harcamasındadır; tamamıyla matematiksel, geometrik bir düşünme tarzı olan bir filozofu Spinoza’yı metaforların cenderesine sokmak, anakronizmlerle okuyucunun Alfred Rosenberg[6] ile özdeşleşmesini sağlamak, dünyayı anlama yoluna özgün bir tutum olmasa gerek.

 

Yalom’un psikoterapi anlayışında dört kavram merkezidir; ölüm, özgürlük, varoluşsal yalıtılmışlık (Existential Isolation), anlamsızlık (Meaninglessness). Ölüm ve özgürlük gerçekten anksiyeteye yakışıyorlar! Freudçüler için ‘derin’ arkeolojik bir kazıya benzeyen psikoterapi, bunalmanın ve kaygının kaynağı olan en derinde bulunan katmanlardaki, erken çocukluk yaşantılarına dayanan psiko-seksüel felaketlerin ( ayrılma, kastrasyon gibi) kalıntılarını ortaya çıkarmaktır. Derinlik tutkusu, Varoluşçularda kaybolmasa da katman katman ( ya da aşama aşama) bir gelişim modeline dayanmadığından, en erken vuku bulanın en temel ve en kurucu olduğu varsayımından kaynaklanmaz. Onlar için esas olan kişinin kendine has hikâyesinin ötesinde, üstünde, evrensel (transendant) oluştur.

 

 

Varoluşçular, özelde Yalom, Freud’un şemasını içeriğini tamamıyla değiştirerek izlerler[7], Freud’daki libidinal enerjinin yerini varoluşsal dayatmalar almıştır;

 


Her ne kadar, her iki görüşte, kendi yanılsamalarını ya da arzularını teorik ve felsefi bir gerçeklik olarak ele alsa ve birbirini yalanlasa da her iki görüşte kanıta değil seyire (spekülasyona) dayalı ve dogmatik olduğundan birbirlerini çürütemezler. Her iki görüşte a priori bir doğa yasası gibi sunulan, bir doğa yasası olup olmadıkları bilimsel olarak gösterilemeyecek kategorilerden hareket ederler ve bir kez ayakkabı fırçasını memeli hayvanlar kategorisinde değerlendikten sonra süt verme sorununda uzun, pratik kısmen de haklı gözlemlere ve açıklamalara dayanırlar.

 

Sezgiye, öznel değerlendirmeye, kendini doğrulayan, kendini haklı çıkaran masallara dayalı ve birbiriyle çatışan bu iki anlayış; yöntem, işleyiş ve fonksiyon açısından benzerdirler ama bu izleme bu kadarla kalmaz Varoluşçu yaklaşım metafizik inançları sarsılmış insanlara yeni bir metafizik sunma, tarihdışı olma konusunda da psikanalitik yaklaşımı izler. Psikanalitik spekülasyonlarla Varoluşçu spekülasyonlar içerik açısısın karşı karşıya konulabilir.  Freud’un istisnasız, mutlak determinizmi yerini değiştirir ama aslını korur; ‘’ Ben kendi evinde efendi değildir’’. Varoluşsal dayatmalarla ‘’bireysel yüzleşme[8] varoluşsal dinamik çatışmanın’’ içeriğini oluşturur.

 

Freudçü anlamda bilinçdışını ret etmeden Freudçü determinizmden kurtulmak mümkün müdür, bunlar aynı ‘’psişe’’ anlayışının bir birinden ayrılmaz unsurları değil midir? Varoluşçuluğu psikanalitik kurama eklemlemek aynı dinamikler içerisinde bulunamayacak şeyleri mekanik bir tarzda yan yana getirmek değil midir?

 

Yalom aklı sıra terapistlere ölüm gibi esaslı bir konuda rehberlik yapma gereksinmesini şöyle açıklıyor;

‘’Çünkü terapistler büyük oranda ölüm anksiyetesiyle doğrudan çalışmaktan kaçınırlar. Belki de bunun nedeni kendi ölüm anksiyeteleriyle yüzleşmeye isteksiz oluşlarıdır.[9] ‘’  Vay vay!!! Ama belki de değildir çünkü bilinçdışının yarı tanrısı ölüm anksiyetesi diye bir şey üzerine fetva vermemiştir ve tam da bu yüzden Yalom’un kim olduklarını ve ne icra ettiklerini pek bilmediğimiz terapistleri,  her ne demekse, ‘’ doğrudan’’ ölüm anksiyetesiyle çalışmaktan kaçınırlar. İkinci topiğinin başoyuncularından biri Thanatos olan ustanın bu kadar merkezi bir konuyu atlaması ortada kuramsal bir dayatma olmasızın mümkün müydü? Otto Rank ile arayı açmasının bir sebebi bu mevzu değil midir? Freud’a göre kaygı bizi yaşatan ve davrandıran şeydir hatta belirli koşullarda bilinçdışı arzularımızın hakkında bizi bilgilendirir. Kaygı, kişinin hayatında bir şeylerin gitmediğini ve değişimin gerekliliğini gösterir. Freud’a göre bilinçdışında kendi ölümümüzün temsili yoktur. Ölüm anksiyetesi, kastrasyon anksiyetesidir. Bu yalnızca bu değildir aynı zamanda başka bir şeydir demek analitik çevreden aforoz edilmenize yol açabilir. Yani genç terapistler ölüm anksiyetesi ile yüzleşmeye istekli olsalar bile onları bundan kaçınmaya zorlayan insanlık durumları olabilir.

 

Yalom için terapistlerin sözünü ettiği tutumlarının kendince daha da önemli bir nedeni şöyle açıklar:   ‘’ mesleğe ilişkin okullar varoluşçu yaklaşım konusunda yok denebilecek kadar az eğitim verir ve

Genç terapistler bana genellikle ölüm anksiyetesini fazla sorgulamadıklarını, çünkü aldıkları cevaplarla ne yapacaklarını bilmediklerini söylerler.’’ Bundan dolayı Yalom, kitabının yedinci bölümünde terapistlere rehberlik yapmaya girişir.

 

Kılavuzu karga olanın…

 

 ‘’Ben insanım insana dair hiçbir şey bana yabancı değil.’’ deyişiyle başlayan bölüm Yalom’un sıkıcı ve bunaltıcı[10] yazım tarzıyla, ‘’ ben klinik çalışmalarımda ‘varoluşçu’ sözcüğünü yalnızca Varoluşu ifade etmek için açık bir tarzda kullanıyorum. Varoluşçu düşünürler farklı bakış açılarını vurgulasalar da aynı basit varsayımı paylaşırlar: kendi varoluşları problem oluşturan tek yaratıklar biz insanlarızdır. Bu yüzden varoluş benim anahtar kavramımdır.’Varoluş terapisi’ veya ‘varoluş odaklı terapi’ gibi ifadeler de kullanabilirdim. Bunlar işe yaramaz göründüğü için daha derli toplu olan ‘varoluşçu psikoterapi’ terimini kullanıyorum’’diyor ve hemen ardında da saçma bir tarzda bütün psikoterapileri ‘’insan umutsuzluğu’’ gibi soyut ve pek bir şık görünen ama içi boş bir kavrama bağlıyor. Ayrıca birçok terapiyi tanımlarken ‘’yalnızca’’[11] sözcüğüne haddinden fazla vurgu yaparak, ‘’Varoluşçu psikoterapi görüşü ‘’nün, ‘’mevcut hayat krizlerinden değil, aynı zamanda -aynı zamanda- varoluşumuzla yüzleşmemizden de kaynaklandığını…’’ açıklıyor.

 

‘’ Kendi varoluşları problem oluşturan tek yaratıklar biz insanlarızdır’’ gibi çocuksu ifadeler, Spinoz’a ile aşık atmış bir adama yaraşmıyor. ( Çevirmenin azizliği mi?). Her varlık biçimi varlığında ısrarcıdır, tek bir ve aynı yaratıklar olmadığımız gibi varoluşu kendisi için problem olma imtiyazına da sahip değiliz. Dahası varoluşun getirilerinden acı ve ya çile çekmek de insana has değil. Şehirlerde küçücük dairelere hapsedilmiş bir sürü hayvanın çektiği çile; depresyon, kendine zarar verme davranışlarını, saldırganlık, melankoli ‘’varoluşun getirilerinde acı çekmek’’ ile açıklayamaz mı? Genel olarak canlıların özel olarak hayvanların varoluşlarıyla yüzleşmediklerini iddia edebilir miyiz?

 Nasıl okursak okuyalım, bu düşünce biz öteki yaratıklardan ayrığız, bambaşkayız[12] fikrine dayalıdır. Peki biz kimiz? İnsanlar. Sanki ebedi ve ezeli bir gerçeklikten söz eder gibi. Batı’ da insan kelimesinin içeriği son birkaç yüz yılda hiç değişmedi mi? Daha birkaç yüz yıl önce Afrikalıların bir ruhları olmadığını dolayısıyla acı çekmediklerini iddia edilmiyor muydu? Varoluşu ifade etmek için varoluşçu olmak şart mıdır? Neden kendi kendine gelin güvey olmayı varoluş için temel alalım?

 

‘’O halde varoluşçu terapinin asıl duruşu acımızın, diğer umutsuzluk kaynaklarımıza ek olarak aynı zamanda insan koşullarıyla -varoluşun" getirileri"- kaçınılmaz şekilde yüzleşmemizden de kaynaklandığını ileri sürer. ‘’[13]

 

The bedrock position of existential therapy posits, then, that in addition to other sources of despair, we

suffer also from our inevitable confrontation with the human condition—the “givens” of existence.

 

We suffer… evet, acı çekiyoruz ve bunda yalnız değiliz. Yalom için insanlık durumu varoluşun getirileri, verileridir:

 

‘’Bu ’getiriler’ nelerdir?  Bu cevap her birimizin içindedir ve kolayca bulunabilir. Kendinize biraz zaman ayırıp kendi varoluşunuzu düşünün. Dikkat çelicileri uzaklaştırın, daha önceden varolan bütün kuramları ve inançları parantez içine alıp dünyadaki "durumunuzu" düşünün. Zaman içinde kaçınılmaz bir şekilde varoluşun derin katmanlarına ya da din bilimci Paul Tillich'in iyi seçilmiş ifadesini kullanacak olursam nihai kaygılara varacaksınız. Benim görüşüme göre dört nihai kaygı terapi uygulamasıyla yakından ilişkilidir: ölüm, tecrit, hayatın anlamı ve özgürlük.’’

 

Bunca merkezi bir düşünceyi biraz daha detaylı anlatmak, deliller sunmak, ispat etmek, üzerinde biraz daha çalışmak gerekmez miydi? Yalom için gerekmez[14], bu o kadar alenidir ki herkes bunu aynı şekilde sezer.[15] Bu herkeste aynı ve evrensel rüminasyonların olduğunu varsaymaya benzer. Varoluşun derin katmanları, nihai kaygı, varoluşun getirileriyle yüzleşmeden yani bilinç hallerimizden kaynaklanan ama bilinç, akıl yürütme ve hatta inançlarla kavranılamayacak ancak meditasyonla[16] varılacak bir şeydir. Bu nokta da Yalom’un düşüncelerini ifade etme güçlüğü ile mi yoksa gizemci bir söylemle mi yüzleştiğimize karar vermek zordur.

 

Yalom, beş benzemezi (Kierkegaard, Nietzsche, Heidegger, Camus, Jean Paul Sartre) bir araya getirip yapmaya çalıştığı şeyi şöyle açıklıyor;

 

‘’ Varoluşçu terapi var mıdır? Varoluşçu psikoterapiden tekrar tekrar ve rahat bir şekilde söz etsem ve hakkında uzun bir kitap yazmış olsam da bunun müstakil bir ekol olduğunu asla düşünmedim. Aslında ben daha çok, pek çok terapötik yaklaşım konusunda bilgisi ve becerisi olan iyi eğitimli terapistlerin, aynı zamanda varoluşsal konular konusunda da duyarlı olacak şekilde eğitilmeleri gerektiğine dair inancımı ve umudumu yansıtıyorum.’’

 

Gerçekten bu dünyaya fırlatılmış[17] olduğuna, bütün hayatının ölüme yönelik bir oluş olduğuna ya da ölüm için bir varlık olduğuna inanmış birinin yalnızlık, değersizlik ve çaresizlik şemaları ile çalışmak ölüm, tecrit, hayatın anlamı ve özgürlük üzerine çalışmak değil midir? Bir terapist ve danışanı sosyal fobi ya da panik atak üzerine çalışırken ‘’ aynı zamanda varoluşsal konular’’ üzerine çalışmaz mı? Aksi sosyal ve ekonomik olarak herkesin elinin altında değildir. Yalom’un varoluşsal konular dediği,  dünya da tek felsefi düşünce biçimi olmayan varoluşçu felsefenin konularıdır. Yalom’un ölümü ve ölüm korkusunu bunca öne çıkarmasında Heidegger’in hayatın değil ama ölümün varoşsal olduğu iddiasının rolünün önemli olduğunu düşünüyoruz. Oysa bir halk şarkısının dediği gibi ‘’ Ölümden önce bir hayat vardır’’. Umut ilkesi ile korku ilkesi arasındaki sübjektif tercih göründüğü kadar masum değildir. Yalom’un negatif dört merkezi kavramın yerine hiç de derin düşünceler dalmadan ve elbetteki hiçbir surette keşfi bize ait olmayan pozitif kavramlar ileri sürebiliriz; yaşama sevinci, özgürlük, varoluşsal dayanışma, öğrenilmiş iyimserlik (ya da umut ilkesi) ve buradan kavramlardan hareketle bizde yeni bir psikoterapi uydurabiliriz ve genç terapistlere bu konulara dikkat etmeleri konusunda nasihatlerde bulunabiliriz. Sorun bu kadar kasmaya gerek olup olmadığıdır.

 

Ne danışan ne psikoterapist gökten zembille inmiş varlıklardır. Varlıkları ve bizzat psikoterapinin varlığı, belirli toplumsal koşulların varlığıyla iç içedir. Onların belirli toplumsal, politik, dinsel, cinsel, ekonomik konumları ve tutumları, inançları vardır. Her terapi bu koşullar içerisinde bu konumların, tutumların ve inançların karşılaşmasıdır. Psikoterapist bu karşılaşma da insan mühendisliği yapmak yükümlülüğünde değil, danışanın elinde basit ve etkili bir araç olmak yükümlülüğündedir. Gerisi sadece güzel laftır.
(sürecek)


Yazının ilk bölümü:http://www.selcukbesli.com/?Syf=26&Syz=389533&/Yalom-ve-%C3%96l%C3%BCmle-Y%C3%BCzle%C5%9Fmek

 

Kaynakça

  1. Yalom, Irvin D, Existential psychotherapy
  2. Foucault Michel, L'archeologie du savoir
  3. Irving Yalom, Güneşe bakmak ölümle yüzleşmek
  4. Irving Yalom, Staring at the Sun Overcoming the Terror of Death
  5. Patrice Van Den Reysen , Déterminismes , indéterminisme, et justification de la théorie de l'inconscient de Freud.
  6. Jacques Bouveresse, Philosophie, mythologie et pseudo-science : Wittgenstein lecteur de Freud, 1991
  7. G. Politzer,Critique des fondements de la psychologie 

              

 

 



[1] Varoluşçu yaklaşım nedir? Yalom, Irvin D  (1931-…) ‘’Existential psychotherapy’’

[2]  Lecture et conversations, S. 44, aktaran J.  Bouveresse,  Philosophie, mythologie et pseudo-science. Wittgenstein lecteur de Freud, Editions de l'éclat, Combas.

[3] Bu noktayı hem psikoterapinin tarihsel gelişimini hem psikoterapi anlayışların hangi sosyo-ekonomik interaksiyonlar içerisinde vücut bulduklarını anlayabilmek için önemli buluyoruz. Mikkel Borch-Jacobsen, herkesin birbirini tanıdığı milyonerlerden milyarderlerden, artist ve entellektüellerden oluşan bir çevrede Freud’un analiz yaptığını söyler.( http://le-cercle-psy.scienceshumaines.com/mikkel-borch-jacobsen-que-sont-devenus-les-patients-de-freud_sh_28036 )

[4] Rollo May, Kendini arayan insan

[5] ’Yalnızım dostlarım yalnızım yalnız’’, Yanıyoruz için için dermanı yok derdimizin birimiz hepimiz için ölsek ne fayda’’ ve benzeri milyonlarcası. İki nadide örneği hatırlatalım: Zeki Müren ve Müslüm Gürses’den iki nadide örneği hatırlatmadan geçemeyeceğiz : 

Gökyüzünde yalnız gezen yıldızlar,
Yeryüzünde sizin kadar yalnızım,
Bir haykırsam belki duyulur sesim,
Ben yalnızım, ben yalnızım, yalnızım.

Kaderim bu böyle yazılmış yazım,
Hiç kimsenin aşkında yoktur gözüm,


Bir yalnızlık şarkısı çalar sazım,
Ben yalnızım, ben yalnızım, yalnızım.

***********************

Acılar doluyor benim gönlüme

Ağlıyorum şimdi garip birine

Izdırap veriyor yıllar ömrüme

Ben de bu yıllarla yaşayamadım

Huzurlu günlere kavuşamadım

Yıllardır sevgiyle tanışamadım

Dünyanın halina alışamadım

Ben de bu dünyada yaşayamadım

Karanlık doluyor dünya gözüme 

[6] http://tr.wikipedia.org/wiki/Alfred_Rosenberg

[7] ‘’ Hiç kimse teorilerin ölümlü olduğu ve bilimin ancak kendi külleri üzerinde yükselebileceği gerçeğine itiraz etmeyi düşünmese de yürürlükte olan bir teorinin öldüğünü onun temsilcilerine kabul ettirmek mümkün değildir. Alimlerin çoğunluğu, ne yaşam ne gerçeklik duygusuna sahiptirler ancak remi olarak tanınmış prensiplerin sığınağında çalışabilirler.’’ G. Politzer,Critique des fondements de la psychologie 

[8] Çatışma, baş etme karşı karşıya gelme anlamında de Yalom’un kullandığı terim ‘’confrontation’’dır

[9] Irvin D. Yalom,  Güneşe Bakmak Ölümle Yüzleşmek, s.15

 

[10] sanki genç terapistler de dahil olmak üzere hiç kimse ‘’ana akım’’ dışında hiçbir şey bilmiyormuş, okuma yazmaları da yokmuş ve ilk okudukları yazar Yalom’muş gibi

[11] Bir psikoterapi anlayışı yalnızca bir şeye yönelebilir mi?

[12] Böyle olunca kendimizi de yalnız hissetmemiz normal değil mi?

[13] A.g.e, S. 178 çeviriyi kötü bulduğumuzdan İngilizcesini veriyoruz.

[14] 1980 yılında yazdığı Varoluşçu Psikoterapi adlı kitapta ‘’dört nihai kaygının fenomenolojisini ve terapi üzerindeki etkilerini ayrıntılarıyla’’ anlattığını iddia eder.

[15] Yok bunu böyle sezmiyorsa yüzleşmekten kaçıyordur. Freud’u da divana yatmadan anlamak imkânsızdı.

[16]  Yalom, düşünmek anlamına gelen think, reflet değil meditate demektedir

[17]  Argo ‘’fırlama’’, ‘’piç’’ deyişi derinlik tutkusuyla benzer anlamlara bürünebilir.

  
3046 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın