Obsesif Kompulsif Bozukluk ve Anksiyete Obsesif Kompulsif Bozukluk ve Anksiyete[1]
‘’ Bir düşünceden korkuyor olmanın bir nesneden (örneğin bir hayvandan) korkuyor olmaktan önemli bir farkı, düşüncelerden kaçınmanın daha zor olmasıdır’’ Mehmet Z. Sungur
Anksiyete ya da günlük dildeki ifadesiyle kaygı, bunaltı, sıkıntı, bize rahatsızlık verecek, varlığımızı tehlikeye atacak bir durum, bir uyaran (stimulus) karşısında ya da böyle bir durumun, uyaranın varlığına ilişkin geliştirdiğimiz bir düşünce, inanç karşısında vücudumuzun ve zihnimizin geliştirdiği doğal bir tepkiler bütünüdür. Bunun hayatımızı devam ettirebilmemizde önemli bir rolü vardır. Ancak anksiyete yüksek düzeylerde olduğunda bu işlevini gerçekleştirmek yerine bizi atıl kılar, gündelik hayatımızı sürdürmemizi engeller ve hatta bazen üzerimize hızla gelen bir araba karşısında verdiğimiz donup kalma tepkisi durumunda olduğu gibi tehlikeye atar. Obsesif Kompulsif Bozukluk[2], hem bir cins anksiyete bozukluğudur, hem kişide anksiyetenin giderek artmasına yol açar. Türkçeye bazen takıntı bazen saplantı olarak çevrilen obsesyon, kişinin elinde olmadan aklına gelen, onda anksiyete oluşturan, ısrarlı, inatçı, tekrarlayıcı, rahatsız edici düşüncelere, imajlara ve dürtülere işaret eder. Başlangıçta kişi bu dürtülerle, imajlarla, düşüncelerle baş etmek için bir takım ritüeller gerçekleştirir. Rahatsızlıkla baş etmek için gösterilen davranışlar obsesyonların tetikleyicisi haline gelir. Bu da obsesif düşüncenin akla geliş sıklığını artırır. Türkçeye zorlantı[3] olarak çevrilen kompulsiyon, kişiye rahatsızlık veren, zihne takılan ve kovulamayan düşüncelerin oluşturduğu kaygıyı azaltmak, bir takım felaket ya da kötülüklerden korunmak, kaçınmak için katı bir biçimde kişinin uymak zorunda hissettiği belirli kurallara göre uygulanması yapılan ritüellere, davranışlara veya zihinsel etkinliklere denir. Bu etkinlikler kişinin obsesyonlarını etkisizleştirme, yansızlaştırma yani nötralize etmeye çalışması sonucudur. Kısaca OKB olarak adlandırılan Obsesif Kompulsif Bozukluğunun nerden kaynaklandığına ilişkin kesin bir bilimsel açıklama henüz elde edilememiştir. Buna karşın OKB’nin nasıl sürdüğüne ve tekrar ettiğine ilişkin yetkin bilimsel teorik açıklamalar mevcuttur. Bu teoriler OKB’nin psikoterapi ile iyileştirilmesinde kılavuz rolü oynamaktadırlar. OKB, serotonin geri alım inhibitörü ilaçlarla da tedavi edilmektedir. İlaç tedavisinde kullanılan anti- depresanlar genellikle yüksek dozdadır ve etkili olabilmeleri için hekimin öngördüğü süre boyunca kullanılmaları şarttır. Psikoterapi ve ilaç tedavisi birbirine alternatif olabileceği gibi birbirini tamamlayıcı da olabilir. OKB tedavisinde en yaygın ve etkili psikoterapi Kognitif Davranışçı Terapidir[4]. OKB'li kişiler zihinlerini işgal eden düşüncelerinden rahatsız olurlar, obsesyonlarının ve kompulsiyonlarının abartılı olduğunun farkındadırlar. Bazen düşüncelerinden utanç duyarlar ve bu da onların yardım görme talebini ketler. Bu kişiler, genellikle birkaç tip obsesyon ve kompulsiyona maruzdurlar. En yaygın obsesyon, mikrop kapma, bulaşma obsesyonudur. Saldırgan düşünceler de yaygındır. Bunu yaygınlık açısından simetri ve tam düzen obsesyonu izler. En yaygın kompulsiyon, kontrol etmedir. Yıkama ve sayma ritüelleri de yaygındır. Değişik ülkelerde yapılan araştırmalar OKB’nin genel nüfusta yaygınlığını % 2,5 ile %2,9 arasında vermektedirler. Mayerovitch ve arkadaşları tarafından yapılan bir araştırma OKB’li kişilerin sadece %37’sinin bir hekime başvurduğunu öne sürmektedir. OKB genellikle ergenlik döneminde başlamasına rağmen daha sonraki yaşlarda da ortaya çıkabilmekte, 7 yaştan küçük çocuklarda bile görülebilmektedir. Yapılan bir araştırma OKB ile birlikte sıklıkla teşhis edilen depresyonun OKB’nin bir sonucu olduğunu ileri sürmektedir. Araştırmacılar Obsesif Kompulsif Bozuklukları; * Mikrop kapma, bulaşma/ Temizlik * Saldırganlık / Kaçınma *Kuşku/Kontrol * Simetri, düzen gibi belirli başlıklar altında toplama eğilimindedirler. Lee ve Kwon, obsesyonları, otojen yani kendi kendine hâsıl olan yani kendi kendine oluşan herhangi bir uyarana gereksinim duymadan ortaya çıkan ve reaktif, tepkisel, tepkiyle oluşan olarak iki kategoriye ayırmışlardır. Her hangi gözlemlenebilir ya da tanımlanabilir bir uyarandan, tetikleyiciden bağımsız olarak, ansızın kişinin aklına düşen otojen obsesyonlar, cinsel, saldırganlık içeren ve kişi tarafından ahlak dışı olarak değerlendirilen obsesyonları içerirler. Bu obsesyona maruz kalan kişiler düşüncelere aşırı bir önem vermek eğilimindedirler. Düşünmek ile yapmak bu kişiler için aynı anlama gelmektedir[5]. Bu yüzden düşüncelerini kontrol altına alma onlar için çok önemlidir. Örneğin, çocuğuna herhangi bir şekilde zarar vereceği obsesif düşüncesine sahip bir ebeveyn, çocuğuyla yalnız kalmamaya, ona çok yakın olmamaya, ona zarar verebileceği aletlerden uzak durmaya özen gösterecek, kaçma ve kaçınma tutumları geliştirecektir. Bu stratejiler reaktif obsesyona sahip kişilerde değişiktir çünkü obsesyonların içerikleri ve yol açtıkları kognitif( bilişsel) süreçler değişiktir. Gerçekçi bir tetikleyici-uyaran(stimulus) tarafından harekete geçirilen reaktif obsesyonlara “akılcı’’ eylemlerle cevap vermek mümkündür. Bu kişiler daha çok abartılı bir sorumluluk duygusuyla hareket edeceklerdir. OKB’li kişilerin sorumluluklarına ilişkin duyarlılıkları potansiyel tehlikeleri, zarar olasılığını aşırı değerlendirmelerine, zarara karşı koyma, tehlikeyi etkisizleştirme, nötralize etme çabalarını arttırmaya zorlar. Otojen obsesyonları olan kişilerin kaçınma tutumlarının aksine bu kişiler obsesif düşünceleriyle karşı karşıya gelme, mücadele etme tutumlarını geliştireceklerdir. Lee ve Kwon, bu stratejiler arasındaki farkı otojen obsesyonların daha az kabul edilebilir ve daha çok utanç ve suçluluk duygusu verici oluşlarıyla açıklamaktadırlar. OKB semptomlarının şu ya da bu tarzda sınıflandırılmasının önündeki en büyük engel bir ve aynı kişide bunların değişebiliyor olmasıdır. Aynı zamanda, her psikolojik rahatsızlık son derece kişiye özgüdür. Goodman ve arkadaşlarının 76 çocuk ve ergenle 2 ile 7 yıl boyunca, semptomların zaman içinde bileşimlerin değişip değişmediğine ilişkin yaptıkları bir araştırma, hiçbir katılımcının aynı semptom bileşimini (konstellasyonunu) göstermediğini ortaya koymuştur. Bununla birlikte araştırmacılar ritüellerin, korkuların değişmesine karşın obsesyonların benzer kaldığına ve yetişkinlerde de göreceli olarak semptomların aynı kaldığına dikkat çekmişlerdir. Bu noktaları göz önünde bulundurarak, obsesyonların ve kompulsiyon bir listesini yapabiliriz. Bu liste bütün obsesyonları ve kompulsiyonları içermemektedir. Belli başlı obsesyonlar şunlardır; Saldırganlık içeren obsesif düşünceler
Mikrop kapma, hastalanmaya ilişkin obsesif düşünceler
Cinsel içerikli obsesyonlar
Biriktirme ve Koleksiyon içerikli obsesyonlar
Dinsel içerikli obsesyonlar
Simetriye ve mükemmel düzenliliğe ilişkin obsesyonlar
Belli başlı kompulsiyonlar, ritüeller şunlardır; Yıkama ve temizleme ritüelleri
Kontrol ritüelleri
Tekrar ritüelleri, kompulsiyonlar
Düzen ve düzenleme/toplama kompulsiyonları
Koleksiyon kompulsiyonları
Çeşitli ritüeller
Bütün bu obsesyonların ve kompulsiyonların birçoğu hemen herkesin sahip olabileceği şeylerdir. Bunun da ötesinde, bir davranış, bir tutum ya da ritüeller yalnızca tek bir anlam taşımazlar, sadece tek bir şeye işaret etmezler ve tek bir amaca yönelik değillerdir. Artlarında özellikle tek bir düşüncenin olduğunu da iddia edemeyiz. Bu durumda normal olan ile patolojik olan (hastalıklı olan) arasındaki ayrım, bu düşüncelerin ve davranışların kişinin gündelik hayatını ne kadar etkilediği, onun ne kadar zamanını aldığı ve hatta bazen kişinin bunlardan ne kadar rahatsız olup olmadığında yatmaktadır.
OKB’li kişiler, kendi düşünce süreçlerine odaklı, düşüncelerini izlemede ısrarlıdırlar. Bu duruma, abartılı tehlike algısı, mükemmeliyetçilik, belirsizliğe tahammülsüzlük, abartılmış sorumluluk, düşüncelerin kontrol edilebileceğine dair inanç, düşüncelere aşırı önem verme (düşünce-eylem kaynaşması örneğin çocuğuna zarar vereceği düşüncesine sahip olma, çocuğuna zarar vereceği anlamına gelmesi) eşlik eder.
Amerikan Psikiyatri Derneğinin DSM diye adlandırılan istatiksel tanı elkitabına göre bir tanı ölçütü bu düşüncelerin davranışların kişinin günde en az bir saatini almasıdır. Bu mutlak bir ölçüt değil mülakata (konsensüse) dayalı bir ölçüttür. Bir takım düşüncelerin, davranışların, tutumların kişinin gündelik hayatını devam ettirmesine engel oluşturmasına dikkati çekmektedir. Bunun yanı sıra kişinin içinde bulunduğu toplumsal bağlam ve aile içerisindeki konumunu da hesaba katmak gerekir. OKB’ li olup olmadığımıza kendi başımıza karar vermektense bir uzmanın görüşünü almak ve ondan yardım talep etmek sağlıklı bir tutum olacaktır. Çünkü kendimizde gözlemlediğimiz belirtilerin bir başka rahatsızlığın semptomları olma olasılığı vardır. Örneğin, depresyonda da takıntılı, zorlayıcı düşünceler vardır.[6] Öte yandan kendi kendimizde ya da bir yakınımızda zihinsel bir hastalığın, rahatsızlığın bulunduğuna ya da bulunmadığına karar vermek zordur. OKB’nin teşhis kriterleri esasen bir yüzyıldan beri değişmemiş olan klinik gözlemlere ve betimlemelere dayanmaktadır. Obsesyonları 4 kriterle ayırt edebiliriz:
Kompulsiyonları 2 kriterle belirleyebiliriz:
Bazı ağır hastalar ve çocuklar, rahatsızlığın gelişiminin belirli bir aşamasında obsesyonlarının ve kompulsiyonlarının akılcı olmadığını ve aşırı olduğunu kabul etmezler. Bazı kişilerde bu davranış ve tutumları gerçekleştirmekte herhangi bir engelle karşı karşıya kalmadıklarından ve gündelik hayatlarının bir parçası haline geldiğinden ve sosyal ilişkilerini etkilemediğinden (yahut etkiyi hissedemediklerinden) obsesyonlarını, kompulsiyonlarını normal bir durum olarak görürler, içerisinde bulundukları durumdan çok da rahatsız değillerdir. OKB’li kişi, kendi düşüncelerinden ve eylemlerinden de korkar. Düşünce ve eylem kaynaşır. Oluşan tehdit, tehlike algısı ve kendini sorumlu düşünme kaygıya yol açar. Bütün bunları savuşturmak için yansızlaştırma, nötralize etme çabaları ortaya çıkar. Sonuçta kişi hem değerlendirmelerinin doğruluğuna ve olası tehlikelerden sorumlu oluşuna ilişkin inancını pekiştirir. OKB’li kişiler çevrelerindeki insanları ailelerini de maruz kaldıkları kısır döngünün içine çekmeye çalışırlar. Onlardan kendi yaptıkları ritüelleri yapmalarını ya da gösterdikleri davranışları göstermelerini isteyebilirler. Bu durumda OKB’li kişilere uyum göstererek kaygılarını azaltmaya çalışmanın tam tersi bir sonuca yol açacağını bilmek gerekir. OKB’li kişiler kaygıya katlanamayacaklarını düşünmektedirler eğer çevre de onların kaygılarına dayanamazsa, bu OKB’li kişinin ritüellerine, davranışlarına, obsesyonlarına ilişkin inançlarını pekiştirir, hastalığın süreğenleşmesine katkıda bulunur. Oysa kompulsif davranışların ödüllendirilmemesi gerekir.
Kaynakça:
[1] Obsesyon Latince obsesio, kuşatma eyleminden, blokajdan gelmektedir. TDK sözlüğü obsesyon için takıntı ve obsesif için de takıntılı denmektedir. Takıntıyı ise ruh bilimi açısından bir şeye hastalık derecesinde düşkünlük olarak açıklamaktadır. Obsesyon daha ziyade bir şey tarafından kuşatılmak, işgal edilmek, sahip olunmak durumuna işaret etmektedir. Psikolojide obsesyon, bir kişinin düşüncesinde hoyratça ve tekrarlanıp duran bir şekilde ortaya çıkan saçma ve yersiz düşünce olarak tanımlanmaktadır. Tanımın kendisi haddinden fazla irade içermektedir oysa obsesyon iradi değildir. Gerçekten obsesyonlar bu kadar absürt ve yersiz olsa kendilerini sürdürme imkanına sahip olurlar mıydı? Kompulsiyon (İngilizce telaffuz) ya da Konpülsiyon (Fransızca telaffuz) sözcüğü TDK’nin sözlüğüne girmemiş olsa da yaygın olarak, kendini tutamazlık, bir hareketi yapmadan edemezlik anlamında kullanılmaktadır. Latince compulsio, zorlama, mecburiyetten gelmektedir. Psikolojide kişinin obsesif düşüncelerini, bu düşüncelerin yol açtığı kaygı ve korkuyu bertaraf etmek için,yansızlaştırmak için giriştiği belirli bir ya da bir seri harekete Kompulsiyon denmektedir. [2] Obsesif Kompulsif Bozukluk ve Obsesif Kompulsif Kişilik Bozukluğu birbirinden tamamıyla ayrı iki rahatsızlıktır ve birlikte görülme oranları sanılabileceğinin aksine nadirdir. [3] Prof.Dr. Oğuz Arkonaç tarafından önerildiği iddia edilir. Biz Kompulsiyon terimini tam anlamıyla karşılamadığını düşünmekteyiz. [4] Birçok araştırma Obsesif Kompulsif Bozukluğun tedavisinde Kognitif Davranışçı Terapinin etkiliğini desteklemektedir; Steketee 1993, Van Oppen ve Arntz 1994, Abramowitz 1997, Alonso ve ark. 2001, Eddy ve ark. 2004, Houghton ve ark. 2010 [5] Buna düşünce-eylem kaynaşması denmektedir. [6] Hastalık hastalığı olarak da tabir edilen Hipokondri OKB kategorisi içerisinde değerlendirilmemektedir. |
19744 kez okundu
YorumlarHenüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |